Haber Resmi

İZMİRİZ.BİZ - Sefarad kelimesi, İbranice’de “İspanya” anlamına gelir. Sefarad Yahudileri, 15. yüzyıla kadar İber Yarımadası’nda (özellikle İspanya ve Portekiz) yaşayan Yahudi topluluklarına verilen isim.

1492 yılında İspanya’da Katolik Krallığın yayımladığı Elhamra Kararnamesi, Yahudilerin ya Hristiyanlığı kabul etmelerini ya da ülkeyi terk etmelerini zorunlu kılar. Bu kararın ardından yaklaşık 200.000 Yahudi, İber Yarımadası’ndan ayrılmak zorunda kalır (Shaw & Shaw, 1982, s. 150–155; Ben Dor, 1954, s. 210–212). Osmanlı İmparatorluğu, II. Bayezid döneminde bu sürgün edilen topluluğa kapılarını açar ve onları İstanbul, Edirne, Selanik ve İzmir gibi kentlere yerleştirir (Levi, 2001, s. 58–60). İzmir, bu yerleşim noktalarından biri olarak 16. yüzyılın sonlarından itibaren dikkat çekmeye başlar. Kent, gelişen ticaret ağı, liman kenti olması ve farklı etnik grupları barındıran sosyal yapısı nedeniyle Sefaradlar için cazip bir yerleşim alanı hâline gelir (Rozen, 2021, s. 25–30). Sefarad topluluğu özellikle 17. yüzyıldan itibaren İzmir’de hem sayıca artış gösterir hem de ekonomik ve kültürel hayatta etkin bir rol oynamaya başlar. Bu sayede İzmir, Osmanlı Yahudi yaşamının önemli merkezlerinden biri haline gelir (Rozen, 2021, s. 45–50; Shaw & Shaw, 1982, s. 158–162).

Rafael Palombo… Kemeraltı’nın en eski Yahudi esnafı. 1930 yılından beri Tarihi Abacıoğlu Hanı’nda, aynı dükkândalar. Dükkânlarının bulunduğu han, yani Abacıoğlu Hanı 200 yıllık bir han. Onlar da 95 senedir bu handalar.

Haber Resmi

Ataları, 1492’de İspanya’dan ayrılmışlar. Ama o zaman direkt İzmir’e mi gelmişler, başka yerlere de gitmişler mi, tam bilinmiyor. Ama anne dedesi 1868’li ve İzmir Mezarlıkbaşı’nda doğmuş. Babasının evinde doğmuş. Babası evi, o doğmadan önce almış. Yani, 1868’den önce. Fotoğrafta olan dedesi. Yani en az 200 senedir İzmir’deler. Bu kesin olarak bilinen. Anne dedesi, yağ simsarlığı yaparmış.

Haber Resmi

Baba tarafı ise Menemen’e gitmiş. Baba tarafındaki dedesi dericilik işi yaparmış, Menemen’de. 1850ler. Baba dedesi, 1925te İzmir’e gelmiş. Babası Binyamin Palombo ise 1930’da, İzmir’de, Kemeraltı’nda, Tarihi Abacıoğlu Hanı’nda bugün hala aynı yerde devam eden işini kurmuş.

Bizim ana meslek dalımız kuru meyveydi. Çiğ kuru meyve satardık. Badem, ceviz, fındık gibi. Ticaret Borsasına kayıtlıydık. Ticaret Borsası vasıtasıyla pamuk ve üzüm yapardık. Kuru meyve ticareti yaptığımız zamanlarda komisyonculuk diye bir meslek de vardı. Anadolu’dan, Aydın’dan, Denizli’den, diğer vilayetlerden mal getirenler bize bırakırdı. Biz de o malları pazarlara, esnafa satardık ve üzerinden bir komisyon alırdık. Buna da komisyonculuk denirdi. Şimdi o işler yok. Vasıtaların çoğalması, herkesin malını dükkânın önüne kadar getirmesinden dolayı bu meslek olduğu gibi kalktı.

Kuru meyvenin yanında balık yumurtası da yapardık. Tabii zamanla hanın şekli değişti. Hanın şekli değişip, biz yaş aldıkça o meslekler maalesef bu yörede yapılamaz hale geldi. Çünkü vasıta girmiyor, kamyonet girmiyor. Malı getirip, boşaltmak, yüklemek çok zor bir duruma geldi. Balık yumurtasına devam etmeye karar verdik. Aşağı yukarı 1964’ten beri, 61 senedir balık yumurtası işi yapıyoruz. Şimdilik ona devam ediyoruz.

Rafael Palombo, Palombo Ticaret’i devam ettiren ikinci kuşak. 10 Eylül 1944’te İzmir’de doğmuş. Çocukluk yılları Mithatpaşa, Mektupçu’da geçer. Ve çocukluğundan beridir Kemeraltı’ndadır. Onun döneminde, çok ufak yaştan itibaren Kemeraltı’na gelme alışkanlığı vardır. İlkokulu bitirmeden evvel, birinci, ikinci, üçüncü sınıflarda yaz tatillerinde babası bir arkadaşına, bir dostuna mutlaka çırak olarak verirmiş onu.

Tabii, o zaman çocukluk. Para alacağım, para kazanacağım düşüncesi. Babam o haftalığı arkadaşlarına verirdi, onlar da bize verirdi. Biz de haftalık alıyoruz, para kazanıyoruz diye sevinirdik. Mühim olan evde boş oturmaktansa bir meşgaleniz olsun, bir şeylere alışın, bir şeyler öğrenin. Öylelikle Kemeraltı’na başladım.

Sonra ilkokul biter. Ortaokul çağları gelir. Ortaokula başlar. Ortaokulu yarım gündür. Sabahtan öğleye kadar giderler. Öğleden sonra diğer yarım günü de iş yerinde değerlendirir. Dükkâna gelir. Babasının dükkânına. Tabii o zaman hanın konsepti, çarşının şekli daha değişiktir. Bir kere İzmir’in ana çarşısı. Aradığınız şeyi başka bir yerde bulamazsınız. Mutlaka Kemeraltı’na gelmeniz lazım. Şimdiki gibi Buca’da bir çarşı, Bornova’da bir çarşı yok. Kemeraltı’nın da konsepti, değişik iş kolları vardır. Bilhassa sanatkârlar, zanaatkârlar vardır. Tenekeciler, marangozlar, kalaycılar vardır. Aklınıza gelebilecek en değişik meslek grupları Kemeraltı’ndadır. Onların hanına, Abacıoğlu Hanı’na gelirsek handa farklı farklı iş kolları vardır. Ana kol olarak buradaki hanlarda 1960’lara kadar kabzımallar vardır. Yani kabzımallık Kemeraltı’ndaki hanlarda yapılır. Sebzeler buradan manavlara gider ve kente dağılır. 1960 senesinden sonra bu sektörü Kahramanlar’a taşırlar ve başka meslek grubu gelir hana. Mobilya imalatçıları gelir, camcılar gelir. Matbaacılar vardır. 25-30 sene, yani 1990lara kadar handa faaliyet gösterirler. 1990’dan sonra handa bir duraklama devri başlar. 2000 senesinde ise Konak Belediyesi öncülüğünde han bir restorasyona uğrar. Dükkânlar çok kalitelidir, güzeldir, bakımlıdır fakat hanın avlusu çok kötüdür. Avluyu, hanın girişini Konak Belediyesi düzeltir. Dükkân sahipleri, dükkânların içlerini kendileri düzeltir. Reatorasyondan sonra hana bu sefer yiyecek-içecek sektörü girer. Tabii, yiyecek-içecek sektörünün artısı daha fazladır, Palombo’ya göre. Han bayağı bir güzelleşir, kalabalıklaşır.

Haber Resmi

Kemeraltı, Rafael Palombo için çok anlam ifade ediyor.

Ömrümün %99’unu geçirdiğim bir yer. Belki evimde bile bu kadar kalmamışımdır, Kemeraltı’nda kaldığım kadar. Neden? Sabah 8.00de geliyorsunuz, akşam 6 gidiyorsunuz. Nerden baksanız 8-10 saat. Evinizde bile bu kadar devamlı kalmazsınız. Çünkü uyursunuz. Çocukluğumuzdan beri Kemeraltı. Güzel bir yer, renkli bir yer. Her şeyin bulunduğu bir yer. Komşuluğun olduğu bir yer. Hele bizim han tek kapıdan giriş olduğu için bir aile gibi. Belki dışarı çıksanız 20 dükkân ötesini tanımazsınız. Fakat bizim handa karşılıklı; yanı, önü olduğu için. Bir de şimdi biraz değişti. Eskiden dükkân sahipleri kolay kolay değişmezdi. Esnaf çok uzun süre, oğuldan babaya, dededen toruna aynı meslek kalırdı. Şimdi maalesef bilhassa Kemeraltı’nın ana caddelerinde olan dükkânların %90ı kiracılar. Aile o işe devam etmedi. Çocuklar o işi benimsemedi, hatta sevmedi. Bazen ben bir nostalji yapayım derim. Konaktan buraya doğru bir gelirim. Toplasan bir elin parmakları kadar eski dükkân yok. Hepsi değişmiş, hepsi meslek değiştirmiş. Maalesef. Ama güzel mi? Bana hala daha güzel geliyor, Kemeraltı.

 Sinemalardan ticarete, her şey Kemeraltı’ndadır eskiden. Gerçi Konak, Çınar, Sema, Şan Sinemaları sonradan yapılır. Onun çocukluğunda yoktur. Onun çocukluğunda Elhamra Sineması vardır. Çok popüler bir sinemadır o dönemde. Sinemaya gitmek için takım elbise giyilir. Kravat giyilir. Süslenilir. Hanımlar kürk mantolarıyla sinemaya gelirler, mesela. Hele Cumartesi 9.15 seansı dediğiniz zaman İzmir’in kalburüstü oradadır. Çarşambadan, perşembeden bilet alınır o seansa. Yoksa bulamazsınız. En büyük eğlencedir sinema, o dönemde. Yazın ise açık hava sinemasına giderler. Her akşam bir tanesine gidilir. Bir mahallede 4-5 tane açık hava sineması vardır. Çocukları doğduktan sonra bile, çocuk arabalarıyla erkenden gider, sıra başı bilet alırlar ki yanlarına çocuk arabasını koyabilsinler, oturabilsinler diye. Herkesin sinema minderi vardır. Koltuğunun altında minder götürürler, açık hava sinemasına giderken.

Haber Resmi

Kemeraltı’nda unutamadığınız bir hikâye sorduğumda şöyle cevap verdi Rafael Palombo:

Kemeraltı’nda hikâye çok. En unutamadığımız anı, Kemeraltı’nda çok çocuk kaybolurdu. Bayramda mesela. Annesi bir şeye bakarken, çocuk kaybolurdu. Hatta bir tanesi burada, handa kaybolmuştu. Ağlıyordu. ‘Dur, oğlum. Ağlama. Şimdi annen gelir, seni alır.’ Biz bunu camiden anons ettirdik. Çünkü başka haber verilecek bir şey yok. İşte Abacıoğlu Hanı’nda bir çocuk bulunmuştur. Annesi gelip, alsın. Burada onu oyalardık. Böyle anılar çok olurdu. Mesela yiyecek. Mesela akşam saat 3,5-4’te tuzlu yumurta diye böyle ince ekmeklerin üzerine tuz serperlerdi. Sandviç ekmeği demeyeyim de, nohut mayasından yapılırdı. Yapışıktı birbirine. Bir de kaynamış yumurta koyarlardı. Tuzlu yumurta derlerdi ona. Adam senelerce onu satardı. Onu beklerdik akşamüstü kahvaltı yapmak için. Veyahut boyozcu geçerdi akşamüstü. Boyoz alırdık. Sabah mesela, sübye diye bir içeceğimiz vardı bizim. Belirli köşe başlarında sübyeciler vardı. Sübye satarlardı. Demirhindi diye bir içecek vardı. Onu ben hatırlarım. Sırtında güğümle, bağıra bağıra, burada eğilirdi, onu satardı. Naneciler vardı. Kekik suyu filan satarlardı. Önlerinde beyaz bir örtü, şişeler. Bardağa kekik suyu dökerlerdi. Turşucular vardı. Değişik değişik meslekler vardı. Ve bunlar her biri hayatta kalırdı. Her sene o işi devam ettirirdi. Düşünün oradan geçimini temin eder. Oradan evine bakar.

Bizim gençliğimizde, çocukluğumuzda dışarıda yemek lükstü. Lüksten hariç, maddi imkânsızlıklar. Herkes mutlaka evinden sefertasıyla yemek getirirdi. Herkesin hanımı evde hazırlar, alır getirirsin, burada ocakta ısıtıp öğle yemeğini yersin. Veyahut da getiremediğin zaman da helva, ekmek yenir. Peynir ekmek yenir. Öyle restorana git, köfteciye git. Öyle bir olay olmazdı.

Çocuk ve yetişkin gözüyle Kemeraltı’na baktığında çok fark var görüyor, Palombo. Çocuk gözüyle bakıldığında Kemeraltı erişilemez bir yer. Burada ticaret yapılamaz mesela, çok zor. Ama yavaş yavaş içine girdiğiniz zaman, yaş aldıkça öyle olmadığını, yetişirseniz, öğrenirseniz sizin de gayet rahat ticaret yapabileceğiniz bir yer, Kemeraltı. Ama tabii ki yetişmek kolay değil. Mutlaka bir yerde çalışmanız, o işi öğrenmek için gayret sarf etmeniz gerekiyor. Maddi bir şey beklememeniz lazım ilk etapta. Mesela çıraklık yıllarında çok cüzi bir paraya yani neredeyse yanında çalıştığı adama üstüne para vereceğiniz bir durumdan söz ediyor, Palombo. Onun çocukluğunun, gençliğinin geçtiği yıllar, öyle yıllar. Yoksa kolay kolay yetişemezsiniz yani. Önemli olan o işi öğrenmek. Her şeyden önce bu önemli. Esnaflık ayrı bir sanattır yani. Kolay değil.  

Çarşıdaki en eski Yahudi esnaf demiştik, yazının başında. Müslümanlarla komşu olarak hep dostça yaşamışlar. Handaki komşuları da Müslüman. Bir arada, kardeş gibi olduklarını ifade ediyor. İzmir kozmopolit ve modern bir kent olduğu için en azından kendi jenarasyonunda ayrımcılık hissetmediğini belirtiyor.

Yahudiler İzmir’de Türklerle hep iç içe yaşamışlar. Mesela Keçeci dedikleri yer, Mezarlıkbaşı’ndan girdiğiniz zaman Tilkilik’e giden yol, Keçeciler’dir orası. Orada çok büyük bir Yahudi topluluğu vardı. Büyük okullar vardı. İlkokullar. Onun arkası da Tilkilik’ti. Tilkilik’te ise Müslümanlar yaşardı. Tilkilik’te hiç Yahudi olmazdı. Diğer tarafta da hiç Türk olmazdı. Yani bıçakla ayrılmış gibi iki toplum ayrı ayrı gayet medeni, gayet rahat bir şekilde yaşarlardı, diyor Palombo.

Komşusunu tanıdığı zaman, ona zarar gelmediğini bildiği için daha iyi bir anlaşma sağlanmıştır. Diğer şehirlerde kulaktan dolma bir azınlık belirtisi var. Tanımadığı, bilmediği. Ona göre notlandırıyor maalesef. Ama İzmir’de bu çok iyi bir durumda. Çünkü komşusunu tanıyor. Senelerdir komşuluk yapmış. Ben çocukluğumda çok iyi bilirim. Komşuların mevlidi olurdu. Babam mevlidine giderdi. Ramazan geldiği zaman iftar ederlerdi. Kurban geldiğinde birbirlerine tatlı yollarlardı. Onların da bizim bayramlarımızda bize gösterdiği alaka aynıydı. Böylelikle senelerce bir arada yaşadık. Şimdi üzücü bir şey var. Maalesef Yahudi toplumu yok olmak üzere. Çok çok az var günümüzde. 1900lerde 40bin civarında olan nüfus, bugün 500-600lere geriledi. Ve maalesef hepsi yaşlı. Bundan 15-20 sene sonra maalesef bu mozaik kaybolacak.

 İsrail kurulunca İzmir’den de göçler olur. ‘Aynı 1950lerde, 1960larda Türklerin Almanya’ya göçü gibi’ der, bu göç için Palombo. Ülkede işsizlik olunca, İsrail iş vadedince çoğu insan, bir ümit iş bulma amacıyla ülkeyi terk eder. Çok büyük fakirlikler vardır. Öyle olunca herkes şansını denemek ister. Böylelikle büyük bir göç olur. Ondan sonra kent Yahudiler için gittikçe ufalır. Nüfus azalır. Yeni nesil, daha büyük şehirlere göç etmeye başlar. İstanbul’a gider. Okumaya yurt dışına gider ve yurt dışından dönmez. Öyle olunca tabii çok az bir azınlık kalır İzmir’de. Ama Palombo ailesi gitmez. İzmir’de, Kemeraltı’nda kalır. ‘Doğduğunuz yer artık ülkeniz oluyor. Bu değişen bir şey değil. Senelerce hiç aklımızdan bile geçmedi gitmek’ diyor Rafael Palombo.

Her meslekten Yahudi esnaf vardır. Sanatkârı, zanaatkârı da vardır. Kuyumcusu da vardır. Onlar gibi kuru meyve yapanı da vardır. Ama büyük çoğunluğu ticaret yapar.

Yahudi Cemaati için Kemeraltı’nın anlamı çok büyüktür. Bir kere ana kalbi, Kemeraltı. Neden? Çünkü Kemeraltı’nın ortasında Havra Sokağı diye bir yer var. Adını havralardan almış. 27-28 tane havra varmış, eskiden. 28 havra dediğiniz zaman ona göre cemaati düşünün. Hepsi de bir yerde. Dünyada başka yerde böyle bir havra yapılanması yok. Tarihi Asansör’ün oradaki havra 1900lerden sonra. Havra Sokağı’nda olan havraların tarihleri ise 1500lere, 1600lere varıyor. En yenisi bile 400 senelik, 450 senelik. Yani böyle bir cemaatin olduğu bir yer, Kemeraltı. İkiçeşmelik denilen yer, onların iskân yeri. 920 sokak dediğimiz yer, onların iskân yerleri. Çoğunlukla Yahudilerin oturduğu bir bölümdü burası. Müslüman yok.

Şöyle söyleyeyim, İzmir’e gâvur İzmir derler. Neden derler? Hiç araştırdınız mı? Müslümanlar azınlıktaymış. Gâvurlar çoğunluktaymış. Nüfusun çoğunluğu Ermeni, Rum, Yahudi. Mesela 1 milyon nüfusun 200bini İslam, 800bini gayrimüslim. Tam bilmiyorum ama İstanbul’dan sonra belki, en fazla gayrimüslimi olan şehir İzmir’miş. Bizim çocukluğumuzda bile, ben mesela Mektupçu’da otururdum. Mektupçu’dan, Konak’tan başladığınız zaman, iskân Kız Lisesinde başlardı. Kız Lisesine kadar hiç bir şey yoktu. Kız lisesinden Karataş’a kadar aile evleri vardı. Karataş’tan sonra da Güzelyalı’ya kadar iki türlüydü. Bir sahil evleri vardı, denize iskelesi olan, bir de kara tarafında kara tarafı olan evler. Ortadan da tramvay yolu geçerdi. Tramvay vardı benim çocukluğumda. O evlerde, sahil tarafındaki evlerin %50si Yahudiydi, %50si de mübadelede gelen göçmenlerdi. Ya Rodoslu ya Giritli. Kökü İzmir olanlar çok azdı. Çoğu mübadele göçmeniydi. Hepsi varlıklı olduğu zaman deniz kenarından ev almış. Denize alışmış. Geldiği yörede deniz olduğu için oralara gelmiş. Konaktan Güzelyalı’ya kadar 1020 numara vardı. Demek ki 500 ev sağda, 500 ev solda vardı. Düşünün, her evde 4 kişi olsa. Konak’tan oraya kadar 4bin kişi vardı. Bizim arkamızda Halil Rıfat Paşa diye bir semt vardı. Onun arkası bomboştu. Hatay Matay diye hiçbir şey yoktu. Oraları arsaydı. Dağlıktı, taşlıktı. Halil Rıfat Paşa’da işte biraz, Asansör’ün üst tarafı olan kısımda bir iskân vardı. O nereye kadar giderdi? Mithatpaşa okulunun arkasına kadar giderdi. Orada bir köprü vardı. Oradan aşağıya inilirdi. Orada biterdi.

Basmane tarafında kortejalar da var mesela. Kortejo dedikleri yerleri, Kemeraltı’ndaki hanlar gibi düşünün. Bu hanların ufağı. Oda oda. Odalar 20şer m2. Ortada bir avlu. Bir tulumba. Bir tane müşterek tuvalet. Bir aile, bir odada. Ama o odada 3 kişi olan da var, 9 kişi olan da var. Hayatını orada sürdürüyorlar. Ortadaki o avluda yazın yemeğini yiyor. Kışın belki soğukta odanın içinde yemeğini pişiriyor, yiyor. Yani fakirlik çok, insanların çok trajik durumda olduğu bir ortam. Çok büyük zorluklar yaşamışlar. Yahudi dendiği zaman herkes çok zengin zanneder. Maalesef öyle değil, der Palombo. Türkiye’deki Yahudilerin fakirliği had safhadaydı eskiden. Yiyecek bulmakta bile zorluk çeken aileler vardı. Aileler çok çocukluydu. Çok çocuklu olunca tabii bakmak da o kadar kolay değil. Ama o zorluklardan çıkmasını bilmişler. İsrail kurulmadan evvel de Amerika’ya, Mısır’a giderlermiş. Daha çok iş olan ülkelere göç ederlermiş yani. Arjantin’e giderlermiş. Bilhassa Güney Amerika’ya giderlermiş. Güney Amerika’da avantaj şu; buradaki Yahudilerin hepsi Sefarad İspanyolcası konuşurdu. Güney Amerika da İspanyolca konuşur, bildiğiniz gibi. Bu sayede orada dil sorunu çekmezlerdi. Gider gitmez aynı dille devam edebilirlerdi, diye anlatıyor Palombo.

Kemeraltı denilince aklına huzur, rahatlık, güven ve özlem geliyor. Kemeraltı’nın geleceği için ise daha da güzel olabilir, diyor. Mesela geceleri canlanabilir Kemeraltı. 20 saat yaşayan bir yer olabilir. Kendisi Alsancak Gündoğdu’da oturuyor. Arka taraflar, Kıbrıs Şehitleri Caddesi daha evvel çok faal bir yer değildir. Ama restoranların, kafeteryaların gelmesiyle şimdi nereden baksanız orada 20 saat hayat var. Gecenin 3’üne, 4’üne kadar bir sirkülasyon var. Kemeraltı da öyle yapılabilir. Restoran olmaz, başka türlü bir şeyler olur, diye ifade ediyor. Maalesef Kemeraltı’nın güvenliği gece pek iç açıcı değil, ona göre. Kendisi bile bazen dükkânda bir şey unutursa gece gelmeye korktuğunu söylüyor. Kemeraltı’nın geleceğinin iyi olmasını istiyorlarsa güvenliğini sağlamaları gerektiğini ifade ediyor. Güzel bir ışıklandırma yapmaları lazım, örneğin. İnsanlara güven vermeleri lazım. Tunç Soyer’in alt yapıya önem vermesini çok takdir ediyor ama ondan başka yapılacak daha çok şey olduğunu ekliyor.

Kemeraltı’nı düzeltirlerse belediyelerin ön ayak olmasıyla düzeltirler, ona göre. Çünkü halkın yapabileceği bir maddi katkı da yok. İmkân da yok. Ancak kanun gelirse, bir düzen gelirse olabilir. Mesela eskiden çığırtkanlar vardı, el arabalarında eşya satanlar vardı. Kemeraltı’na kalabalıktan giremezdiniz bile. Demek ki kanun isterse önlüyor. Siz bunu zamanında yaparsanız bir şey kazanırsınız, diyor.

Ben yönetici olsam, vallahi en başta Kemeraltı’na güven sağlardım. Gece gelecek biri, nasıl Alsancak’ta hiç arkasına bakmadan yürüyebiliyorsa, gezebiliyorsa; Alsancak’a 2km mesafe olan Kemeraltı’nda da aynı güvenin olmasını sağlardım. Işıklandırma yapardım. Esnafı teşvik ederdim. Esnaf 12 saat çalışacağına, 18 saat çalışmak isterdi. Aynı kirayı veriyor, aynı parayı harcıyor. Niye yapmasın. Esnafa güven vermek isterdim. Esnafı teşvik etmek isterdim. Esnafın yanında olmak isterdim. Belediyece zorluk çıkaracağıma, onlara ön ayak olmak isterdim. Hakikaten esnafın durumu zor. Kolay kolay ayakta duramıyor. Baktığınız zaman dükkânların kirada olmasının %95 sebebi o esnaflığı devam ettirmek istemeyen mülk sahiplerinden çıkmış. Yani istediğini elde edemiyor. Bütün ay çalışıyor. Bir bakıyor, az bir para kazanmış. Bunun üzerine o meslekten vazgeçiyor, kiraya veriyor. Bunları önlemek lazım. Değişik işlerin olması bu çarşının bir güzelliği, bir nimet, bir katkı. Herkesin aynı işte olması güzel bir şey değil. Bu da Kemeraltı’nı baştan sona kadar zücaciyeci yaparsanız bir güzelliği kalmaz.

Röportajın sonunda hem kendisi ve ailesi hem de bizler için güzel bir haber veriyor. Palombo Ticaret; Tarihi Kemeraltı Çarşısında, Abacıoğlu Hanı’nda yaşamaya devam edecek. 

Vallahi, devamı inşallah olacak. Bende bir kız bir oğlan var. Benim kızım anaokulu yöneticisi. 3-4 sene evvel emekli oldu ama okuldan bırakmıyorlar. Bu sene en son artık bayrağı kaldırdı, dedi ki ben ancak 3 gün gelirim. 3 gün de babama giderim. Baba işini yapacağım. Şimdi Perşembe-Cuma buraya geliyor. Pazartesi, Salı, Çarşamba okula gidiyor. Kızım işimizi devam ettirecek. Gelirsen onunla da tanışırsın. Muhabbet et. O sever muhabbet etmeyi. İş dalı öyle olunca. Veli çok onda. Hele çok uzun süre olunca. Şimdi bakıyorum, ikinci nesli okutmaya başladı. Okuttuğu çocukların çocukları gelmeye başladı. Seviyor da. Şimdi burada duyan, hepsi ziyarete geliyor. Bakıyorum, adam bıyıklı-sakallı. Kim bu? Öğrencisi. Anaokulu öğrencisi.

Yahudiler İzmir’de Türklerle hep iç içe, dost olarak yaşamışlar, tarih boyunca. Rafael Palombo bu güzel dostluğu şu sözlerle anlatıyor:

İki toplum ayrı ayrı gayet medeni ve dost olarak yaşardı. Zaten Cumhuriyetten sonra Levantenlere vatandaşlık verilmemiş. Yahudilere verilmiş. Yahudilerin hepsi Türk vatandaşıdır. Vergi verir. Ama Levantanler kendi tebaalarında kaldı. Mesela İtalyan ise İtalyan tebaasında kaldı. Fransızsa Fransız tebaasında kaldı. Ama Türkiye’deki Yahudilerin hepsi Türk vatandaşı oldu. Daha samimi bir ilişki vardır aralarında, daha bağlantılıdır. Burayı vatan bellemişler, Yahudiler.

Şimdi ben bir kere gittim İsrail’e, bir vesileyle. İsrail’de Türk çok. Yani buradan giden Türkler var. Kendilerini hala Türk hissederler. Mesela benim arkadaşlarım var. Torunları var. Torunlar Türkiye’yi hayatlarında hiç görmediler ama hepsi Türkçe konuşur. Evin içinde öğretmişler. Bir Yahudi Türk’ün dükkânına gittiğinizde mutlaka bir Türk bayrağı, bir İsrail bayrağı görürsünüz. Ortasında da Atatürk’ü koymuştur. Türklüklerinden orada da vazgeçmemişler.

Haber Resmi

Rafael Palombo, zamanın ve tarihsel göçlerin ortasında İzmir’de kalmayı seçmiş Sefarad Yahudisi’nden biri. Pek çok aile 20. yüzyılın ortasında İsrail’e göç ederken, o hem ailesinin mirasını hem de Kemeraltı’nın belleğini burada yaşatmayı tercih etmiş. İzmir’den gitmeyerek, burada kalarak aslında sadece bir dükkândan değil; bir kültürden, bir kentten, bir geçmişten vazgeçmemeyi kastediyor.

Ve Rafael Palombo, bu zamanın içinde kök salmış bir hafıza gibi: sessiz, dirençli, yerli ve unutulmaz.

 

DR.BUKET YILMAZ  I  Sosyolog

19.11.2025

www.instagram.com/bukiyilmaz

 

 

Kaynakça